13 Aralık 2025 Cumartesi

Karanlıkta Bulunan Işık

Bir Zamanlar Zonguldak

Nazım Baysal’ın Kaybolan Negatifleri
Bir sandık, bir karanlık oda, bir şehir ve unutulmaya yüz tutmuş bir hazine…
İki arkadaşım vardı: Fahri Bozbaş ve Ertuğrul Ünal. Bir de Ertuğrul’un babası Hüseyin Tilki Amca…
Zonguldak’ta “Foto Baysal”ı devralmış, aynı isimle devam ettiriyordu. Bir gün karanlık odada Ertuğrul’un ayağı bir sandığa çarptı. Küçük, karanlık bir oda… Sandığı kenara kaldırmak isterken kırmızı ışıkta içine baktı. Yüzlerce negatif! Gözleri faltaşı gibi açıldı. Kimindi bunlar?
Kısa bir araştırmayla gerçek ortaya çıktı: Negatifler, Foto Baysal’ın kurucusu Nazım Baysal’a aitti. Dükkânı devrederken bütün arşivini bırakmıştı.
Nazım Baysal, Yugoslavya’dan Zonguldak’a gelmiş, önce şipşak alamünit makineyle sokak fotoğrafçılığı yapmış, sonra kentin ilk gerçek fotoğraf stüdyosunu kurmuş bir adamdı. Oğlu Kemal Baysal’ı daha çocuk yaştan yetiştirdi.
1933’te, 13 yaşındaki Kemal Cumhuriyet’in 10. yıl kutlamalarını fotoğrafladı, fotoğrafları Ulus Gazetesi’nde yayımlandı, Ankara’dan basın kartı geldi. 1941’de Berlin’e, 1946’da New York’a, Hollywood’a gitti. Babasının vizyonu inanılmazdı: 1940’larda oğlunu Amerika’da fotoğraf ve sinema eğitimi aldırıyordu.
Negatifler Osmanlıca etiketliydi. 1910’lardan 1960’lara uzanan bir zaman tüneli. Zonguldak, Bartın, Ereğli, Devrek… Liman, tersane, EKİ lojmanları, taş döşenen yollar… Ve bir tanesi hepsinden ayrılıyordu.
O Fotoğraf
18×24 cm’lik dev bir cam negatif. Yemekhanede çekilmiş maden işçileri.
Tahta masalar, metal tabaklar, sadece kaşık ve bir somun ekmek.
Düşük enstantane… İşçiler kımıldamadan durmuş, yüzlerinde yorgunluk, açlık, gurur, çaresizlik… Lokal ışık muhteşem. Sanki Rembrandt maden ocağına inmiş.
Bu tek kare, Nazım Baysal’ın sıradan bir stüdyo fotoğrafçısı değil, büyük bir sanatçı olduğunu bağırıyordu.
Baskıyı ben yaptım. 30×40 Tetenal karta kontak baskı…
Elim titriyordu.Babam Niyazi Üzmez’le günlerce karanlık odadan çıkmadık. 100’e yakın fotoğraf seçtik. Belediye Başkanı Zeki Çakan’a gösterdik. Adam idealistti; nikah salonunu sergi salonuna çevirdi, bütün birimleri seferber etti. Panolar, afişler, çerçeveler…
“Bir Zamanlar Zonguldak” sergisi 1986’da açıldı.
Kent ilk kez kendi geçmişini gördü. 10 gün kalacaktı, ilgi o kadar büyüktü ki bir 10 gün daha uzattık.
Nikahları erteledik.
Sonra Ne Oldu?
Büyük aptallık ettik.
Negatifleri koruyamadık.
Bartın’ı, Ereğli’yi, taş döşenen yolları, EKİ tesislerini dışarıda bıraktık.
Sergi bitince Zeki Çakan’a yalvardık: “Bunlar belediye arşivine alınsın!” İkna edemedik.
Fahri bir kısmını EKİ’ye sattı; baskı masrafımızı ancak çıkardı.
Geri kalan negatifler kayboldu, dağıldı, yok oldu.Bugün sosyal medyada, internette gördüğünüz o eski Zonguldak fotoğraflarının çoğu bizim o karanlık odada yeniden hayata döndürdüğümüz karelerdir. Ama orijinal negatifleri artık yok.
2025’te Bir Özlem
Hâlâ içim acır.
Şimdiki aklım olsa o sandığın başına oturur, tek tek korur, dijitalleştirir, dünyaya gösterirdim.Nazım Baysal’ın gözü, Kemal Baysal’ın eğitimi, bir sandık dolusu negatif…
Ve üç genç arkadaş: Ertuğrul, Fahri, ben.Bir zamanlar Zonguldak, gerçekten bir zamanlar da kaldı...
Birol Üzmez
İzmir, Aralık 2025













Mimar Süreyya Aytaç’ın Keşfedilmemiş Dünyası












Karanlık Odanın Mücevherleri:

Mimar Süreyya Aytaç’ın Keşfedilmemiş Dünyası
Ölümünden yıllar sonra gün yüzüne çıkan dia pozitifler…
Bir salon dolusu sessizlik, bir sel gözyaşı.
Zonguldak Fotoğraf Grubu (ZFG) olarak 1990 yılında düzenlediğimiz Fotoğraf Günleri’nde, merhum Mimar Süreyya Aytaç’ın dia gösterisini sunmuştuk. O gösteri, şehrin unutulmaz etkinliklerinden biri olmuştu.
O dönemde abisi Yüksel Aytaç Zonguldak

Belediye Başkanıydı; ben de basın ve halkla ilişkiler bürosunda çalışıyordum.
Yüksel Bey, fotoğraf tutkumu bildiğinden bir gün kardeşinin çalışmalarından bahsetti. Merakım doruktaydı. Beni eşi Tülay Aytaç’la tanıştırdı ve kendi tasarladığı dubleks evlerine davet edildim.Heyecanlıydım; ölümünden yıllar sonra ilk kez fotoğraflarını görecektim.
Tülay Hanım beni üst kata, Süreyya Bey’in karanlık oda olarak kullandığı odaya çıkardı. Kapı açıldığında gözlerime inanamadım: Her şey bıraktığı gibi duruyordu. Duvarlarda asılı fotoğraflar, agrandizör, Asahi Pentax makineler, banyo kitleri, malzemeler…
Duygusal, dokunaklı bir atmosfer.Tülay Hanım masanın çekmecelerini açtı: Yüzlerce negatif, binlerce dia pozitif… Hepsi özenle düzenlenmiş, nizami istiflenmişti. Nereden başlayacağımı şaşırmıştım; adeta bir hazine sandığının içindeydim.
Aşağı indiğimizde kütüphanede yüzlerce kitap, pikap ve dev bir plak arşivi vardı. Oturup karar verdik: Negatiflere dalarsak işin içinden çıkamazdık. Diapozitifler daha erişilebilirdi. Onlardan bir seçki yapıp sunum hazırlamaya karar verdim.
Dialar özenle kutulanmış, üzerlerinde çekildiği yer ve tarihler yazılıydı. Üç-dört kez evlerine giderek binlerce dia arasından eleye eleye 100 tanesini temalara göre sıraladım.
Gösteri hazırdı.Müzik için Tülay Hanım bir kaset uzattı: “Bu, Süreyya’nın en sevdiği albümdü.” O müzikle yapmaya karar verdik.
Etkinlik için nikah salonunu kullanıyorduk. Gösteri günü salon tıklım tıklımdı. Tülay Hanım ve Yüksel Bey duygusal bir konuşma yaptı. Kızı Olgu da oradaydı; babasının fotoğraflarını ilk kez görecekti.Kısa bir sunumdan sonra ışıklar kapandı. Yaklaşık 15 dakika boyunca salonda çıt çıkmadı. Fotoğraflar ilk kez gün yüzüne çıkıyordu.
Gösteri bittiğinde alkış tufanı koptu. Ağlayanlar oldu, gözyaşları sel gibi aktı.Siyah-beyaz negatifler mi? Onlar hâlâ keşfedilmeyi bekliyor.
Süreyya Aytaç Kimdi?
1942’de Rize’de doğdu. İlkokula Rize'de başladı Zonguldak ta Namık Kemal okulunda bitirdi. 1953’te ailesiyle Zonguldak’a yerleşti. Mehmet Çelikel Lisesi’nde okurken AFC bursuyla Amerika’ya gitti; orada fotoğrafçılık dersleri aldı.
1966’da ODTÜ Mimarlık’tan mezun oldu, asistanlık yaptı. Fullbright bursuyla yüksek lisansını tamamladı.
Ereğli Kömürleri’nde çalıştı, ağabeyi Yüksel Aytaç’la serbest mimarlığa geçti. Mimarlar Odası Zonguldak Temsilciliği yaptı, Şehir Plancısı Engin Erkin’le metropoliten imar planına katkı sağladı.
1968’de Tülay Bilgiç’le evlendi; Olgu adında, bugün yurtdışında mimar olan bir kızı oldu.
1977’de Hayat Mecmuası portre yarışmasında üçüncülük ödülü aldı.
Zonguldak, Türkiye’nin en az güneş gören şehirlerinden biridir. Yılın büyük kısmı sis, bulut ve yağmur altındadır. Süreyya Aytaç işte bu şehre “güneş mimarı” oldu. Onun bütün konut projelerinin ortak imzası şudur:
Güneş ışığı sabah girer, akşam çıkar.
Bir evde otururken günün her saati farklı bir pencereden ışık alırsınız. Bu tesadüf değil, milimetrik hesapların sonucudur. Yamaç kotlarını, cephe yönlerini, saçak uzunluklarını, pencere yüksekliklerini öyle bir planlamıştır ki, Karadeniz’in kısa süreli güneşini bile son damlasına kadar içeri taşır.
Zonguldak'ta Bir İlk: Dubleks Devrimi
1970’ler Zonguldak’ı… Apartmanlar yeni yeni yükseliyor, herkes dört duvar arasında aynı tip dairelere sıkışmış. Rutubetle güneş görmeyen sırtını istinat duvarlarına,toprağa kayalıklara dayamış rutubetli evler .
Süreyya Aytaç işte tam bu yıllarda, şehirde ilk defa dubleks konut projesini çizdi ve hayata geçirdi. Dubleks Evler Sitesi Yayla Mahallesi 32 Daire 5 Blok 1970-1975)
O zamana kadar “ev” denince akla gelen tek şey apartman dairesiyken, Süreyya Bey bir anda Zonguldak’a “Dupleks evde oturma” hayalini getirdi.
Bu proje o kadar yenilikçiydi ki, insanlar önce “Bu evlerde kim oturacak?” diye şaşırdı, sonra kura ile ev sahibi oldular. Bugün hâlâ o sitede oturanlar “Süreyya Bey’in dubleksinde büyüdüm” diye anlatır.
Işığın İzini Süren Projeler
Dubleks Evler Sitesi
Dupleks Evler Yapı Kooperatifi EKİ de Etüd de çalışan teknik elemanların SSK dan aldıkları kredilerle yapılan konutlardı. Yapılar bitince üyeler kura ile konut sahibi oldular.
Doğu-batı ekseninde yerleştirilmiş, sabah mutfağa, akşam salona güneş vuracak şekilde tasarlanmış. Çift cepheli pencereler, yüksek tavanlar, geniş saçaklar… Kışın bile evin içi aydınlık.
Ön cephe denize bakıyor. Yamaçtan en fazla güneş alacak açıyla konumlandırılmış. Giriş katları bile gün ışığı alıyor.
1980-82’de tamamlanan son büyük projesi. Deniz manzaralı teraslar ve devasa pencereler… Gün batımı evin içinden izlenir.
Işık Mimarisi” Dediğimiz Şey
Süreyya Aytaç için pencere sadece bir delik değildi; bir yaşam aracıydı.
Karadeniz’in gri günlerinde bile evin içinde “güneşin hareketini hissettiriyordu.
Bu yüzden onun yaptığı evlere giren insanlar “Burası başka aydınlık” derdi. O aydınlık betonla, taşla, ahşapla değil, hesapla, sevgiyle ve ışıkla yaratılmıştı.
Hâlâ Yaşayan Miras
Evet, adı bir sokakta yaşıyor olabilir.
Ama asıl gerçek şu: Onun çizdiği pencerelerden hala güneş giriyor evlere. Ve girmeye de devam edecek.
Onun çizdiği evlerde hâlâ çocuklar sabah güneşinde uyanıyor.
Onun penceresinden bakan yaşlılar akşam kızıllığını izliyor.
Onun tasarladığı camide hâlâ öğle namazında güneş mihraba vuruyor.
Onun yaptığı iş hanında hâlâ esnaf gün ışığında ekmek kazanıyor
Süreyya Aytaç 1982’de aramızdan ayrıldı ama
Zonguldak’a bıraktığı şey karanlık bir şehirde güneşin izini süren bir mimarlık mirası oldu.
O karanlık odada saklı negatifler bir gün ortaya çıktığında, o dia’ların içinde de aynı şey olacak:
Bir karede bile olsa, mutlaka bir yerden sızan bir ışık göreceksiniz.Çünkü o, karanlığa inat ışığı yakalayan adamdı.
Aralık 2025, İzmir

FOTO AİLE’NİN SON IŞIĞI

 FOTO AİLE’NİN SON IŞIĞI

Bir Devrin Sessiz Vedası Ah, o eski fotoğraflar... 


2011 yılında hayata artı projeleri fotoğraf çekimleri kapsamında Erzurum'a gelmiştik .Kendime ayıracağım çok az zamanım vardı. Eski kent dokusunda gezinirken Kapısında hâlâ “FOTO AİLE” yazan kapıdan içeriye kafamı uzattım.  İçeride Bahattin Özgendoğu Usta, eski tahta büyüteç makinesinin başında,  fon perdesinin önünde duruyordu. 

Elbisesi ütülü, hırkası Anadolu desenli, gözlükleri kalın çerçeveli… Gülümsemesi utangaç ama gururluydu. Sanki biliyor gibiydi: Bu stüdyo kapanınca, bir devir daha kapanacak.

Bahattin Usta’nın ataları, belki de 1919’un o karlı günlerinde, Erzurum Kongresi’nin yapıldığı binanın hemen yakınında bir stüdyo açmıştı. Aynı sokaklarda, aynı soğukta… Atatürk’ün Kongre’ye gelirken geçtiği yolun iki adım ötesinde, bir Ermeni ya da Rum ustadan devralınmış eski bir kamera, Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri ailelerin ölümsüz anlarını saklıyordu.

Düğünler, sünnetler, asker uğurlamaları, bayramlar, okul mezuniyetleri… Hepsi o tahta makinenin vizöründen geçti. O vizör, Erzurum Kongresi’nin ruhunu da görmüştü; çünkü aynı taş duvarların arasında, aynı kararlı bakışlar vardı: “Ya istiklal ya ölüm.

”Bahattin Usta’nın babası, dedesi, belki de büyükdedesi… Hepsi aynı kapıda durdu. Aynı  perdenin önünde, aynı “gülümseyin” komutuyla deklanşöre bastı. Atatürk’ün Erzurum’a gelişini belgeleyen fotoğrafçılarla aynı havayı soludular. Onların çektiği fotoğraflar tarih kitaplarına girdi; 

Bahattin Usta’nın çektiği fotoğraflar ise aile albümlerine, çekmecelere, sandıklara… Ve oradan torunların kalbine.

Ama zaman acımasız.

Dijital makineler geldi, cep telefonları geldi.

Stüdyolar birer birer kapandı.

Erzurum’un o eski fotoğrafçıları, Atatürk’ün geçtiği sokaklarda sessizce veda etti.

Foto Aile de kapandı.

Bahattin Usta emekli oldu.

Tahta büyüteç, tavuskuşu perde, cam negatifler,siyah beyaz filmler… Hepsi bir odaya kilitlendi.


Şimdi o kapının önünde duruyorum.

Camda yansıyan kendi yüzümle, Bahattin Usta’nın gülümsemesi iç içe.

İkimiz de biliyoruz:

Bir devir bitti.

Ama o fotoğraflar hâlâ yaşıyor.

Bir ailenin albümünde, bir çekmecede, bir sandıkta…


Erzurum Kongresi’nin kararlılığı gibi, sessizce direniyorlar.


“Bir fotoğrafçı, bir şehir, bir tarih.

Foto Aile, Erzurum’un zaman makinesiydi.


Foto Aile gibi nice yer, unutuldu; Ulu Cami hâlâ orada durur, ama karşısında artık boş bir vitrin. Bir devir yok oldu: 

O samimi, elle tutulur anılar devri. 

Şimdi ekranlarda kaydırıyoruz hayatı, ama o eski karelerdeki sıcaklık yok. Gözlerdeki o hüzün, o umut, o gerçeklik... Kayboldu.

Gözyaşlarım bu fotoğraflara düşüyor. Çünkü onlar, Anadolu'nun ruhu: Kırık bir ayna gibi, parçalanmış ama hâlâ yansıyan. Bahattin Usta'nın elleri gibi, zamanın tozunu silip hatırlamak gerek. 

O devir geri gelmez, ama fotoğraflar kalır; sessizce fısıldar: "Biz buradaydık, yaşadık, sevdik... Ve şimdi, sadece bir rüyayız."

Şimdi ışık söndü, ama kareler hâlâ yanıyor.”

“Erzurum’un soğuğunda, bir adam gülümsüyor.

Elinde değil makine, bir asrın anıları var.

Foto Aile kapandı.

Ama o perde, bir daha hiç açılmamak üzere kapanmadı.

Çünkü her evde, her albümde, o perde hâlâ açık.”


Birol Üzmez Aralık 2025 İzmir 









Çocukluğumun Bitmeyen Zonguldak–Ereğli Serüveni

















 O Eski Virajlı Yol 

Çocukluğumun Bitmeyen Zonguldak–Ereğli Serüveni

Çocuk aklımla o yolun bir türlü bitmeyeceğine inanırdım.

Zonguldak’tan Ereğli’ye giderken araba ya da otobüs, Değirmenağzı’ndan Ilıksu’ya, Aslançeşme’den Bayat köyüne, oradan Kandilli’ye kıvrıla kıvrıla tırmanır, sonra yine kıvrıla kıvrıla inerdi. 

Viraj o kadar çoktu ki saymayı bırakır, midemi tutardım. Mide bulantısı, kusma torbaları, camı açıp temiz hava alma çabaları… Toz toprak çukurlar stablize yol.Yolculuk dediğin böyle bir çileydi.

Deniz hep uzaktan görünürdü. O maviyi ancak dağların arasından çaktırmadan seçerdiniz. İçimden hep aynı soru geçerdi:

“Şu dağın arkasında ne var? O sahile nasıl gidilir?”

Kandilli’ye yaklaşırken Bayat köyünün içinden geçerdik. Yemyeşil kestane ormanlarının gölgesinde, bir anda kentin kalbine dalardınız.

 Uzakta maden ocaklarının bacaları seçilirdi. Eğer vardiya değişimine denk gelirsek, saat dört civarı, kömür karası yüzlü madenciler evlerine yürürken görünürdü.

 Şanslı günümüzde yol boyunca “kara tren” denk gelirse arabayla yarış yapardık; buharlı lokomotifin dumanı peşimizde, biraz olsun yolculuk renklensin diye.

Cehennemağzı Mağaraları’nın olduğu yere gelince yol birden düzelir, hepimiz derin bir nefes alırdık. “Oh be, bitti” derdik. Ereğli’ye varmak bir zaferdi.

Sonra Erdemir kuruldu. Sahil yolu yapıldı. O eski stabilize, virajlı, mide bulandıran yol bir anda terk edildi. Delihakkı yolu açılınca Kandilli, Armutçuk, Bayat köyü kaderine bırakıldı. Demiryolu kapatıldı, raylar söküldü.

 Çocukluğumun o buharlı trenleri sustu.Oysa hep konuşulurdu:

“Kandilli demiryolu Zonguldak’a bağlanacak, Erdemir ulusal hatta entegre olacak…”

Olmadı. Kim, neden engel oldu bilinmez. 

Raylar söküldü, tarih söküldü.Şimdi düşünüyorum da, o yol aslında Zonguldak’ın ta kendisiydi:

Kıvrımlı, zorlu, insanın içini bulandıran ama bir şekilde varışa ulaştıran.

Kömür biterdi, ama hikâyesi bitmezdi.Bir gün, belki ustalık dönemi projem olarak, o eski yolu yeniden çekeceğim.

Ama bu kez içinde hiç insan olmayacak.

Sadece virajlar, terk edilmiş ray izleri, eski vara geldi, sessiz kestane ormanları ve uzaktan seçilen deniz…

Kömürden sonra Zonguldak’ı, işte tam da böyle anlatmak istiyorum.Çocukluğumun o bitmeyen yolu,hâlâ içimde kıvrılmaya devam ediyor.

Birol Üzmez

Aralık 2025, İzmir  

  “Bir bahar günü, Karadeniz uykuda, Ereğli uykuda. Sabahın 6.30’u. Ereğli’nin emektarı, beş çiftetekerli, dört dingilli 45017 uflaya puflaya gara girdi. Makinist çekti kolu, kara tren öttü, öttü, sesi Karadeniz’e çarpıp yankılandı Ereğli’nin üzerinde.. 

Bebeler göz kırptı bu sese, anaları kulak kabartıp pışpışladılar bebelerini. Ereğli Garı birdenbire canlandı; sis, duman içinde karartılar belirdi ardı ardına. 6.45 treninde yerlerini aldılar. Kara trenin yolcuları ‘kara elmas’ı gün yüzüne çıkaran madencilerdi.”

Erdal Yazıcı’nın bu kitabında, sadece kara treni ve yolcularını değil, ona hayat veren ateşçi, makinist, makasçı ve şefleri de tanıyacaksınız.

 Fotoğraf:Erdal Yazıcı Yükü Emek Olan Kara Tren Uranüs Yayınları

Renkli fotoğraflar Oğuz Perçinel

22 Mart 2010 Pazartesi

KORTEJO AİLE EVLERİ SERGİSİ İSTANBUL DA



Kortejo Photograph Exhibition of "Houses for Families"

The only thing that doesn't chnage is poverty

Family houses that belong to underprivilaged Jews now belong to Turks

Through the project consultancy of Yusuf Tuvi, the photograph exhibition on the subject of Kortejo-Houses for Families, showing the real stories of poverty and were reflected on the object glass of Birol Üzmez who is a member of Phograph Art Association in Izmir (IFOD) and Simurgphotos, will be hold at Schneidertempel Art Center in Istanbul on April 8th. 2010.
Consisting of 60 colored photographs, the exhibition could be visited until May 2nd. 2010.

After 500 years, Jewish family houses (kortejo) that indicates a life style specific to Izmir have become shelter for underprivileged Izmirian families. Kortejos where Jews without means who have migrated from Spain used to live in by supporting each other to adapt themselves to their new lives are now a new place for deprived families, unfortunate, lonely, and lost people. Most of them have similar stories. Young, old, women, men, children who have had significant difficulties in their lives are now living in the same courtyard and trying to survive. These people's lives have a common space, as well as a common destiny; it shows the possibilities of the future for us…

These deserted last examples of the family houses that gain their meanings with the underprivileged Jewish people who were living inside are now telling different stories.

Final backyards in Izmir

Jewish family houses (Yahudihane) are the witnesses of a 500 year history; it is a cultural heritage that is specific to Izmir. These important spaces that were somehow ignored and that we do not know much about now begins anew through the lens of Birol Uzmez, who is a member of İFOD and Simurgphotos. A common courtyard, a single entrance for security and control, common spaces like toilets, shower, kitchen, a shelter for people in need, and most importantly Jewish Spanish language (Ladino) that makes living together possible, common religious beliefs and traditions…These are some of the common features of Jewish family houses…Jews have left these houses in 1948 and they are now used by underprivileged Turks.
It is not possible to reach accurate information about these spaces that are not known to many Izmirians, about their number and their current owners. There is no doubt that this cultural heritage will attract attention by Birol Uzmez's photographs which brings them to Izmir's agenda again.
Birol Uzmez is a member of İfod and Simurgphotos; the real poverty stories that are reflected in his photos can be seen by photography and Izmir lovers in Schneidertempel 8 April 2010.
The recent history of Kortejos
It is thought that Izmir kortejos have started with the arrival of Spanish Jews in Izmir. It means that these kortejos exist for about 500 years. According to the interviews with some of the habitants of kortejos, these houses were used by Jewish people even in 1940's. However, the amount of kortejos has started to decrease in 19th century because Jews have moved to better houses for better living conditions. The first kortejos were shelter for Sephardic Jews who were in need. They had a common language, traditions, and foods. Kortejos, or Yahuthane as Izmirian people call it, were also secure places for people with different backgrounds. According to the expression of some old Jews, kortejos were emptied in the 50's. This situation can be explained by the fact that underprivileged Jewish people in Turkey have migrated to Israel in 1948. There were not many people wanting to live in such places anymore. There were more kortejos in Thessalonica than in Izmir where Jewish people were living. In recent years, Turkish people coming from the east started to settle in these houses. Migration in Turkey has gradually increased in Turkey starting from 50's until the 70's. Because of this reason, underprivileged Turkish immigrants have settled in these kortejos. The rents for the rooms are very low and living conditions are quite poor. It also means that protecting kortejos are no longer possible. Some kortejos give interesting although inadequate clues about old lifestyles. Most of the people who can give information on this subject have migrated to Israel.


Birol Üzmez
biroluzmez@gmail.com
www.simurgphotos.com

GSM : 0 505 317 30 01


Opening Date of the Exhibition : 8 May 2010 Thursday

Opening/Coctail : 18:00 - 20:00

Address : Bankalar Cad. Felek Sk. No:1 34420 Karaköy-İst


Phone: 0 212 249 01 50
e-mail: sanat@schneidertempel.com
www.schneidertempel.com

Ziyaret saatleri; Hafta içi her gün 10.30- 17.00, Cumartesi kapalı, Pazar; 12.00-16.00

Visiting hours ; every weekday 10:30-17:00, Closed on Saturdays, Sundays 12:00-16:00